15 Mayıs 2011 Pazar

Güneş Sistemi dışındaki en küçük gezegen

NASA'ya ait Kepler teleskopu, Güneş Sistemi dışındaki en küçük gezegeni tespit etti. Gezegenin en önemli özelliği boyutlarının dünyaya benzemesi.


Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)'ya ait Kepler teleskopu, Güneş Sistemi dışındaki en küçük gezegeni tespit etti.
560 ışık yılı uzaklıkta yer alan ve içinde 150 binden fazla yıldız bulunduran Kuğu Takımyıldızı'ndaki gezegenin en önemli özellikleri, dünyaya benzeyen boyutları ve kayalık bir yüzeyinin olması.
İlk kez 8 ay önce fark edilen ve 'Kepler 10-b' adı verilen gezegen, Merkür'ün Güneş'e olan yakınlığı hesap edildiğinde, kendi yıldızına 20 kat daha yakın mesafede yer alıyor. Bu nedenle gezegenin yıldıza bakan tarafındaki yüzey sıcaklığı yaklaşık 1500 derece.
Dünya'dan 1,4 kat daha büyük olan Kepler 10-b, gezegenimizin 4,5 katı kadar bir yoğunluğa sahip.
NASA'daki bilim adamları, ilk kez dünyanın boyutlarına bu kadar yakın bir gezegen bulunduğuna dikkat çekiyor.
Washington'daki NASA merkezinde çalışan bilimcilerden Douglas Hudgins, Kepler 10-b'nin yeni gezegenler keşfinde bir dönüm noktası olduğunu belirtti.
Kepler teleskopu, Güneş Sistemi dışında dünyaYa benzeyen yaşanabilir gezegenler bulabilmek için NASA tarafından 7 Mart 2009'da fırlatılmıştı.

Uydumuzun iç yapısı anlaşıldı

Son teknolojiyi içeren sismik yöntemler, Ay’ın Dünya’nınkine benzer bir çekirdek yapısına sahip olduğunu gösteriyor.


Uydu fotoğrafları ve çeşitli çalışmalar, Ay’ın sahip olduğu yüzey şekline dair en ince ayrıntıları gözler önüne sererken, iç yapı hakkındaki bilgiler tahminlerin ötesine geçememişti. Yeni araştırma bu konudaki bilinmeyenleri ortaya çıkarıyor.
Apollo görevleri sırasında 1969 ile 1972 yılları arasında yerleştirilen ve 1977 yılının sonunda değin aktif olan dört sismometreden elde edilen verilerin yeni teknolojiler ışığında değerlendirilmesi sonucunda uydumuzun, yaklaşık 240 km çapında ve demir açısından zengin bir iç çekirdek ile 330 km çapında sıvı demir içeren bir dış çekirdeğe sahip olduğu anlaşıldı. Bu iç yapının Dünya’dakiyle olan başlıca farkını ise, çekirdeği saran ve 480 km çapa sahip bir yarı-erimiş tabaka meydana getiriyor.
Araştırma, çekirdek çevresinde kükürt gibi hafif elementlerin varlığını da ortaya koyuyor. Bu da bilimcilere benzeri elementlerin aynı şekilde Dünya çekirdeğini de sarabileceğini düşündürtüyor.
NASA’nın araştırma ekibinden Renee Weber, Ay çekirdeğinin yapısına ait detayları ortaya çıkarmanın, Ay’ın oluşumuna dair gerçekçi modellerin oluşturulabilmesi açısından önemli olduğuna dikkat çekiyor. Bununla birlikte bulgular, uydunun ay dinamosu olarak adlandırılan kendi güçlü manyetik alanının evrimine de ışık tutacak.

WISE’den İki Komşu Gökada Görüntüsü




WISE gözüyle tamamen farklı görünen M81 (mavi) ve M82 (sarı) gökadaları. (NASA/JPL-Caltech/UCLA)
NASA’nın Geniş Alan Kızılötesi Tarayıcısı (Wide-field Infrared Survey Explorer-WISE), biri yıldız oluşum yerlerinden ve alev alev yanar gibi görünen gökada ile diğeri saha sakin ve mavimsi tonda sarmal gökada olmak üzere iki komşu gökadaya ilişkin yeni bir bakış açısı yakaladı.
M81 ve M82 olarak bilinen iki gökada birkaç yüz milyon yıl önce karşılaşmıştı. Kütle çekim dalgalarının iki gökadayı adeta süpürdüğü sırada yeni yıldız oluşumları patlak verdi. Puro Gökada ismiyle de tanınan M82’de bu olay sonrasında yeni yıldız doğumları başladı. Yeni doğan büyük yıldızlardan gelen yoğun ışıma, gaz ve toz diskiyle de birleşince WISE görüntüsünde gökadanın sarı renkle görünmesine yol açıyor.
California Üniversitesi’nden Ned Wright: “WISE görüntüsünde bu ikiliyi tek seferde görüp aralarındaki farkları anlayabilirsiniz. Oldukça parlak görünen Puro Gökada yıldız oluşumlarına sahne olurken arkadaşı ise ondan daha az aktif ve daha farklı görünüyor” diyor.
WISE, Ekim 2010’da yani soğutucusu bitmeden çok önce, kızılötesi gökyüzünü haritalama işlemi görevini bitirdi. Bu süre boyunca aracın ilettiği yüz milyonlarca görüntüden ilk bölümü Nisan 2011’de gökbilimcilere dağıtılacak. WISE, hava sıcaklıklarından etkilenmeyen iki kısa dalga boylu kanalı ve soğutularak çalıştırılan dört kızılötesi kanalından ikisiyle görevini sürdürüyor. WISE şu anda tüm dikkatini asteroitler ve kuyrukluyıldızlara vermiş durumda.
Komşu gökadalar birbirlerinin çevresinde dans etmeyi birleşmeleri gerçekleşene kadar sürdürecek. Her ikisi de sarmal yapıdadır. Ancak M82 kenardan görüldüğü için ince bir puro şeklini andırır. Kızılötesi ışık altında M82 gökyüzündeki en parlak gökadadır. Bunun nedeni ise gökadanın yeni yıldızlar oluşturması ve gökbilimciler tarafından bol yıldız oluşturan gökada (starburst galaxy) olarak sınıflandırılması.
WISE ile kızılötesi görüntüyü görebiliyoruz. Kısa dalga boylarını (3.4 ve 3.6 mikron) mavi ve yeşil-mavi ya da cyan rengi, uzun dalga boyları (12 ve 22 mikron) yeşil ve kırımızı renklerle görülüyor.
M81’in kızılötesi görüntüde mavi renkle görünmesinin nedeni ise o kadar tozlu bir yapıya sahip olmamasıdır. Gökadanın mavi rengi yıldızlardan dolayı açığa çıkmıştır. Sarmal kollarda yer yer görülen sarı noktalar ise yeni yıldız oluşturan tozlu bölgeleri gösteriyor.
M82 ise bilinen bol yıldız oluşturan gökadalar arasında en uçta olanıdır.
M81 görünür ışık altında görülen en parlak gökadalardandır. Büyükayı takımyıldızı içinde yer alan her iki gökada da yeterli karanlığın olduğu yerlerde dürbünle görülebilir. Gökadalar 12 milyon ışık yılı uzaklıktadır.

Yanan Bir Gezegen Daha

Ressam gözüyle yanan gezegen örneği. (ESA/C. Carreau)
Barcelona Autònoma Üniversitesi Uzay Bilimleri Enstitüsü’nden bir grup araştırmacı 378 ışık yılı uzaklıkta Andromeda takımyıldızında yeralan ve 1,5 Güneş kütleli WASP-33 (ya da HD 15082) olarak bilinen bir yıldıza oldukça yakın konumda dolanan dev bir gezegen keşfetti. Gezegen yıldızına oldukça yakın olduğu için, Dünya’da özellikle  okyanus sularında hissedilen gel-git etkisinin benzerini yaşadığı ve ekvator bölgesinin sürekli değişime uğradığını düşünülüyor.
Aslında dev gezegen ilk kez 2006 yılında görüldü. Dört Jüpiter kütlesindeki dev gezegenin yıldızının çevresindeki dolanımı sadece 1,2 gün. Bu da gezegenin yıldızına çok yakın olduğu anlamına geliyor: sadece 0,2 GB (1 GB=150 milyon km). Merkür Güneş’e 0,39 GB kadar uzaklıkta yer aldığını belirtirsek 0,2 GB’nin ne kadar yakın olduğu anlaşılır. Gezegen yıldızının dönüş yönüne göre ters yönde dolanmaktadır.
Çalışma aynı zamanda yıldıza ait olan titreşimlerin nedeninin de gezegen olduğunu ortaya koyuyor. Bu da daha önceki gezegen sistemlerinde görülmeyen bir etkidir. Böylesi bir açıklamaya neden olan kanıt ise alınan sinyaller arasında küçük bir dönemsel sinyalin gezegenin geçişi sırasında ortaya çıkmasıdır.
Yıldızına yakınlığı ve gel-git etkisi gibi değişime uğruyor olması WASP-33b’yi ötegezegenler arasında bir yıldıza olabilecek en yakın sınır nokta gibi önemli bir noktaya getiriyor.

Samanyolunun Devi (Belgesel İzle)


Bir yıldızın şiddetli bir süpernovada dehşet verici bir şekilde patlamasının ardından evrenimizin en gizemli olaylarından biri, kara delik gerçekleşmiş oluyor.


Bir yıldızın şiddetli bir süpernovada sarsıntılı bir şekilde patlamasının ardından evrenimizin en gizemli olaylarından biri, kara delik gerçekleşmiş oluyor. Hayal gücünün sınırlarını zorlayarak uzay ve zamanda hareket eden fantastik geçitlere sahip kara delikler, bilim kurgunun olmazsa olmazları. Kara delikten hiçbir şey kurtulamaz. Uyguladığı yerçekimi gücü uzayı ve zamanı bir düğüm halinde öylesine kuvvetli bir şekilde büker ki ışık bile ondan kaçamaz; bu durum, içeride bir geçitin bulunma olasılığının da neredeyse imkansız olduğunu gösterir.
Kara delikler doğanın ender görülen bir kusuru mu yoksa evren bu gizemli olayların çoğunu gizliyor mu? Evrenin görünen bölümünü 125 milyar galaksi meydana getiriyor. Her büyük galaksi bir kara deliğe ev sahipliği yapıyor. İçinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisin de tam ortasında 50 milyon kilometre genişliğinde devasa bir kara delik bulunuyor. Peki gaz ve galaksilerden oluşan bu ağda cisimleri içine çeken kara deliklerin rolü ne? Ve iştahlı bir kara deliğin güneş sistemimizi ve diğerlerini yok etmesini ne önlüyor?

Dünya Dönmekten Yoruldu mu?

Gökbilimciler, yerin yörüngesinin elips olmasından dolayı yalancı bir Güneş tanımlarlar ve buna göre bir güne “ortalama güneş günü” derler ve bu gerçek güneş gününden farklıdır. O nedenle öğlen ezan zamanı bazen 12'den önce bazen de sonradır, çünkü namaz zamanı gerçek güneşe göredir. Bir ortalama güneş günü tam 86400 saniyedir. Bugünkü bir saniye 19. yüzyıldaki bir saniyeden birazcık daha uzundur. O nedenle her iki saniyeyi eşitlemek için 1972 yılından bu yana artık saniye eklenmektedir. Peki bunun nedeni nedir? Ay'ın yere uyguladığı gelgit etkisinden dolayı Dünyamızın ekseni etrafındaki dönüşü gittikçe yavaşlamaktadır.

Ufuktaki garip Ay

Uluslararası Uzay İstasyonu uydumuzu böyle görüyor.

Hergün 18 ay doğuşuna ve batışına şahit olan Uluslararası Uzay İstasyonu’nda görevli astronotlardan Paolo Nespoli, fizik bilgimizin olmadığını varsaydığımız bir durumda insanları alarma geçirecek, hatta 2012 yılıyla ilişkilendirilerek yeni kıyamet senaryoları türetilebilecek bu fotoğrafları çekmiş.
İtalyan astronotun elde ettiği görüntülerde ufuktaki Ay, oldukça basık bir top şeklinde kendini gösteriyor. Bu da, suya sokulan kalemin görünüşünde olduğu gibi, oldukça sıradan bir atmosferik etki sonucu meydana geliyor.
Işık, uzay boşluğundan atmosfere doğru girerken hafif bir bükülmeye uğruyor. Bükülmenin oranıysa ışığın içerisine doğru girdiği havanın miktarına bağlı. Atmosfer kalınlaştıkça bükülme oranı da artıyor.
Uzay istasyonundan bakıldığında, ayın üst kısmından gelen ışık, alt kısımdan gelene göre daha az miktardaki hava tabakasından geçiyor. Böylece alt kısımdan yansıyan ışık çok daha fazla bükülerek göze ulaşıyor ve bu güçlü bir darbe almış futbol topu etkisi ortaya çıkıyor. 

NASA için talihsiz yıl

2011, Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA için büyük umutlarla başlamıştı, ancak...

Otuz yıldır yörüngeye astronot ve kargo taşımacılığı için kullanılan uzay mekikleri, bu yıl içinde yapılması kesinleşen iki uçuşla emekli olacaktı. NASA mühendisleri, mekiklerin geçen eylül ayından bu yana fırlatılmasını engelleyen teknik arızanın nedenini nihayet çözmüşlerdi. Böylece dış yakıt tankındaki çatlakların giderilmesiyle birlikte aylardır hangarda bekleyen mekiklere de yeşil ışık yakılmıştı.
Fırlatılışı Kasım ayından bu yana sürekli olarak ertelenen Discovery 24 Şubat’ta, Kongre’nin özel bir yetkiyle ilave bir uçuşa bütçe ayırmadığı müddetçe şu anda uzaya gönderilecek son mekik sıfatını taşıyan Endeavour da, 19 Nisan’da uzay yolculuğuna çıkacaktı.

Gezgin(Voyager)-2′nin Uranüs Geçişi 25. Yılında





17 Ocak 1986 tarihli Uranüs görüntüsü. Sağdaki renklendirilmiş görüntü gezegenin atmosferinin yapısını gösteriyor. (NASA/JPL)
NASA’nın Gezgin-2 (Voyager-2) uzay aracı 25 yıl önce Güneş Sistemi’nin hakkında en az bilgi sahibi olunan gezegeni Uranüs’ün yakınından geçmiş ve gaz devine ait birçok veri yollamıştı.
Alınan görüntülerde özellikle Uranüs’ün buzlarla kaplı uydusu Miranda araştırmacıları şaşırtmıştı. Bilim insanları bu uydunun buzlarla kaplı yüzeyinin kraterlerle dolu bir yapıda olduğunu bekliyordu. Ancak alınan görüntülerde Miranda’nın yüzeyinde çizgi şeklinde vadiler ve sırtlar, zikzak şeklinde derin oluşumlar olduğunu fark ettiler. Uydu yüzeyinde derin uçurumlar ve fay hatları dikkat çekiyordu. Tüm bu bilgiler uydunun geçmişte tektonik ve termal hareketlerle sarsıldığını gösteriyor.

Mars’la İletişim Geçici Olarak Kesilecek


Fırsat bir futbol sahası uzunluğunda çapı olan Santa Maria Krateri'nin yanında. (NASA/JPL-Caltech/Cornell/ASU)
Mars gezginlerinden Fırsat (Opportunity) bu hafta Mars’a inişinin 7. yıldönümünü kutlayacak ve hemen ardından 16 gün süreyle Dünya ile olan iletişimini kesecek. Çünkü bu sırada Mars Dünya’ya göre Güneş’in arkasına dolanmış olacak. Opportunity 25 Ocak 2004’te Mars yüzeyine inmişti.

Kepler Bir Yıldızda Altı Gezegen Buldu



Güneş benzeri bir yıldızın çevresinde biribirine ve yıldızına çok yakın dolanan altı gezegen olduğu keşfedildi. (NASA/Tim Pyle)
Kepler Uzay Teleskopu’nun verilerini inceleyen bilim insanları, 2000 ışık yılı uzaklıktaki Kepler-11 adlı Güneş benzeri bir yıldızın çevresinde dolanan katı ve gazlardan oluşan altı gezegeni olduğunu fark ettiler.
NASA’nın Ames Araştırma Merkezi’nden Kepler bilim ekibi üyesi Jack Lissauer: “Kepler-11 oldukça şaşırtıcı bir sistem. Bulduğumuz gezegenlerin hepsi birbirine ve yıldıza oldukça yakın konumdalar. Böylesi sistemlerin varolduğunu önceden bilemezdik” diyor.

Kova Akarsuyu



Kova akışını gösteren sembolik bir resim. (Arman Khalatyan, AIP)
Almanya’daki Postdam Astrofizik Enstitüsü’nden (Astrophysical Institute Potsdam-AIP) Mary Williams liderliğindeki uluslar arası bir ekip Samanyolu içinde akan bir yıldız akarsuyu keşfetti. Adına Kova takımyıldızından esinlenilerek “Kova Akarsuyu” denildi. Yıldız akışı 700 milyon yıl önce Samanyolu’nun kaptığı küçük bir gökadaya ait. Keşif Avustralya’daki Yeni Güney Galler (New South Wales-NSW) Eyaleti’ndeki Siding Spring Gözlemevi’ndeki RAVE (Dikine Hız Ölçümü)’ne dayalı UK Schmidt Teleskopu ile yapılan 250 000 yıldızın hız ölçüm verilerinin sonucudur.

Jüpiter’deki Çarpışmalar ve Sonrası




19 Temmuz 2009'daki çarpışmanın Jüpiter atmosferinde oluşturduğu etki Hawai-Mauna Kea'daki Kızılötesi Teleskopu ile görüntülendi. (NASA/IRTF/JPL-Caltech/University of Oxford)
Titanik boyutlarında bir asteroitin 19 Temmuz 2009’da Jüpiter’e çarpması sonucunda dev gezegenin atmosferinde iz oluştu.

Tiftikli Sarmal: NGC 2841



En az yıldız oluşumuna sahne olan gökadalardan NGC 2841'in Hubble ile alınmış yeni görüntüsü. (NASA/ESA Hubble)
Hubble Uzay Teleskopu ile NGC 2841 Gökadası’nın yeni bir görüntüsü elde edildi. Teleskop üzerindeki Geniş alan Kamerası-3 (Wide Field Camera 3-WFC3)  ile görüntüsü alınan gökada diğer sarmal gökadalara oranla en düşük yıldız oluşum hızına sahiptir. Bu özelliğiyle yıldız doğum oranları incelemesinde seçilen gökadalardan biridir.
Yıldız oluşumları evrene şekil veren en önemli süreçlerden biridir. Yıldız oluşumları hem gökadaların gelişiminde rol oynar hem de gezegensel sistemler yıldız oluşumu sırasında belirir.
Ancak gökbilimcilerin yıldız oluşumuyla ilgili anlayamadığı, gaz ve toz bulutunda ne gibi bir etki oluyor da yoğunlaşıp yıldızı oluşturuyorlar. Yıldız oluşumunu sağlayan kuvvet NGC 2841 gibi bir gökadada normal uzantıları değil küçük sarmal kolları ortaya çıkararak gökadaya bir tiftik (yün gibi) görüntüsü veriyor..
Akıllardaki soruların en azından bir kısmına yanıt verebilmek için gökbilimciler Hubble Uzay Teleskopu’ndaki Geniş Alan Kamerası-3 ile farklı bölgelerdeki yıldız oluşumlarını inceliyor. Gözlemler çok yıldız oluşturan gökada Messier 82 (M82) ile daha sakin olan NGC 2841 gibi gökada ve yıldız kümelerini kapsar.
WFC3, Mayıs 2009’da yapılan bir çalışmayla WFC2 ile değiştirildi. Kameradaki morötesi ışımayı algılama özelliği (NGC 2841’in görüntüsünde parlak mavi noktalar) yeni doğmuş yıldızları, toz disklerinin arkasında saklı olan yıldızlar ise kızılötesi görüşle görüntülenir.
Görüntüde NGC 2841’in birçok yerinde sıcak ve genç yıldızlar görülürken, yeni yıldızları oluşturacak olan hidrojen gazı birkaç yerde görülüyor. Sıcak ve genç yıldızlar yıldız oluşum bölgelerini bozarak bu bölgelerin azalmasına neden olmuş olabilir.

Güneş Sisteminde Yeni Bir Gezegen mi?



WISE ile alınmış M8 başka bir ifadeyle Deniz Kulağı Bulutsusu (Lagoon Nebula) görüntüsü. (NASA/JPL-Caltech/UCLA)
Kasım 2010’da Icarus adlı bir bilim dergisinde John Matese ve Daniel Whitmire adlı iki astrofizikçi Ooort Bulutu’nda Jüpiter’den daha büyük olan bir cismin olduğunu ileri sürdüler. Araştırmacılar sözde gezegene “Tyhce” adını verdiler. Bunun için de WISE ile elde edilen verileri kanıt olarak gösterdiler.
Aralık 2009’da fırlatılan NASA’nın WISE aracı dört kızılötesi dalga boyunda gökyüzünü tarıyor. Araç şimdiye kadar Dünya’ya yakın asteroitler ve kuyrukluyıldızlardan uzak gökadalara kadar olan nesnelerin 2.7 milyondan fazla görüntüsünü elde etti. Son olarak WISE iki kızılötesi dalga boyunda gerçekleştirdiği asteroit taraması programını bitirdi. Araç şimdiye kadar daha önce varlığı bilinmeyen bir soğuk yıldız ya da kahverengi cüce, 20 kuyrukluyıldız, 134 Dünya’ya yakın nesne ve Mars-Jüpiter arasındaki Asteroit Kuşağı’nda bulunan 33 000’den fazla asteroiti keşfetti.
Araç Şubat 2011’de kendisine tekrar ihtiyaç duyuluncaya kadar uyku moduna alındı. Aracın yolladığı verilerin incelemesi ise sürüyor. Verilerin ilk 14 haftasına ait kısmı Nisan 2011’de açılacak.
Sıkça Sorulan Sorular
Soru: Tyche’nin varlığı ne zaman kesinleşebilir?
Yanıt: WISE verileriyle bunu ya da Oort Bulutu içindeki büyük bir cismin varlığını doğrulamak için henüz çok erken. WISE verilerinin ilk 14 haftalık kısmı önümüzdeki Nisan ayında açılacak. Ancak bu verilerle de bir sonuca ulaşılamayabilir. Mart 2012’ye kadar tüm veriler açılacak. Veriler işleme açık duruma geldiğinde ilk incelenecekler arasında Matese ve Whitmire’in öne sürdüğü Thyce kuramı test edilecek.
Soru: WISE’nin gözlediği bir gezegen mi?
Yanıt: Evet olabilir. WISE göreve başladığından bu yana altı aylık bir süre boyunca Oort Bulutu’nu iki kızılötesi bantlarla gözledi. İkinci bant gözlemleri küçük nesneler, soğuk yıldızları (kahverengi cüce gibi) içeriyor ki Jüpiter’den daha büyük olan Tyche böyle bir gözlem sonucunda ortaya çıktı.
Soru: Eğer varsa, Tyche gibi bir gezegenin varlığı neden şimdiye kadar bulunamadı?
Yanıt: Tyche görünür ışıkla çalışan teleskoplar tarafından görülemeyecek kadar soğuk ve sönüktür. Bu tür bir gezegen ancak kızılötesi teleskopla bulunabilir ki bunun için de teleskopun doğru yere bakması gerekir. WISE kızılötesi görme yeteneğiyle gökyüzünün her bölgesini tarıyor.
Soru: Nesneye neden Tyche denildi?
Yanıt: 1980’li yıllarda Güneş’in bir arkadaşı olduğu ileri sürüldü. Buna da düzenli olarak dünya üzerinde büyük canlı kitlelerinin yok oluşunu açıklamak için Yunan Tanrıçalarından Nemesis’in (Ceza) adı verildi. Oort Bulutu içinde yer alan Nemesis 26 milyon yılda bir, bazı kuyrukluyıldızların yörüngesini etkilediği ve bunların da iç güneş sistemine doğru hareket ettiği ileri sürüldü. Yine bu kurama göre, bu kuyrukluyıldızların bir kısmı da Dünya’ya çarparak ve yaşamı olumsuz etkiledi. Yapılan son bilimsel incelemeler yeryüzünde canlı neslinin tükenme zamanlarının düzenli tekrar eden olaylara dayandığı görüşünü desteklemiyor. Bu nedenle günümüzde artık Nemesis gibi bir kuramın doğruluğuna inanılmıyor. Tüm bunlara karşılık Güneş’in çevresinde birkaç milyon yıllık dönemle dolanan oldukça uzakta ve şimdiye görülememiş bir arkadaşı olabilir. Gökbilimciler “Nemesis” ile bu nesnenin aynı olmadığını belirtmek için ona Yunan mitolojisindeki yine “Nemesis”in hayırsever kız kardeşi “Tyhce’nin adını verdiler.

Ay’daki Suda Metal Var!



Ay’daki suyu içmek için filtre gerekir. Ay’ın Güney Kutbu’na yakın bir kraterinin dibinde bulunan suda civa, magnezyum, kalsiyum ve gümüş gibi bazı metaller bulunuyor. NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden Dr. Rosemary Killen’e göre bu karışıma bir de sodyum eklenmeli.
Ay’daki zor şartlara karşılık suyun bulunması bilim insanları çok şaşırtmıştı. Zayıf kütle çekimi, Güneş’ten gelen güçlü ışıma ve gençlik döneminde uğradığı asteroit saldırıları nedeniyle Ay’da hemen hemen hiç atmosfer kalmadı. Bu nedenle Ay toprağı Dünya toprağına kuru ve çoraktır.

Soğuyan Nötron Yıldızı Bilmecesi Çözüldü

Yayın hakkı: X-ray: NASA/CXC/xx; Optical: NASA/STScI; Illustration: NASA/CXC/M.Weiss
NASA’nın Chandra X-Işınları Teleskopu ile ilk kez bir nötron yıldızının çekirdeğindeki tuhaf ve sürtünmesiz madde akışı süper akışkanlar tarafından gerçekleştiği belirlendi. Bu keşif aynı zamanda yüksek yoğunluğa sahip bir maddenin atomları arasındaki çekirdek kuvvetini anlamaya da yardımcı olacak.

X Sınıfı Püskürtü

Bilgi için aşağıya bakınız. Üzerine tıkladığınızda yüksek çözünürlüklü görüntüye ulaşabilirsiniz.

Güneş Sevgililer Günü'nde en güçlü patlamalarından birine, yani X sınıfı bir püskürtüye sahne oldu. Bu patlama, yeni güneş çevrimi içerisinde şimdiye kadar gerçekleşen en şiddetli patlamaydı. Güneş'in güney yarımküresinde bulunan AR1158 etkin bölgesinden fışkıran püskürtü, SDO tarafından morötesi dalga boyunun en uç seviyesinde çekilmiş bu görüntüde yakalanmış. Gerçekleşen yoğun elektromanyetik ışınım patlaması SDO algılayıcılarındaki pikselleri bir anlığına şaşkına çevirerek görüntüde dikey olarak yer alan parlak lekeye sebep olmuş. Bu arada, X sınıfı bu püskürtüyle beraber elektrik yüklü parçacıklardan oluşan ve saniyede yaklaşık 900 kilometre hızla seyahat eden çok büyük kütleli bulut anlamına gelen bir taçküre kütle atımı (TKA-CME) da Dünyamıza doğru yola çıkmış durumda. Yüksek enlemlerde yaşayan gökyüzü gözlemcileri bu gece meydana gelebilecek kutup ışığı gösterileri için hazırlıklı olmalılar

Gezegenimsi Bulutsu Çalışması

Bilgi için aşağıya bakınız. Üzerine tıkladığınızda yüksek çözünürlüklü görüntüye ulaşabilirsiniz.




 Ölmekte olan güneş benzeri yıldızlardan fırlatılıp atılan gezegenimsi bulutsular, yıldız evriminde kısa süreli ancak görkemli bir görünüme sahip olan son aşamadır. Ortaya çıkan gazdan kefen merkezde yer alan aşırı sıcak kaynak, yani nükleer yakıtını tüketmekte olan bir yıldızın büzülmekte olan çekirdeği tarafından iyonlaştırılmış durumdadır. Uzayın karanlığında ışıldayan bu gezegenimsi bulutsuların sade ve basit bakışımları (simetri), büyüleyici güzellikleriyle bu poster çalışmasına da ilham vermiş. Bu posterde, dokuz farklı gezegenimsi karşılaştırma yapılabilmesi için 3x3'lük bir dizge içerisinde sergileniyor. Gezegenimsi bulutsu hayranları, parlak Messier nesneleri olan M27 - Halter Bulutsusu, M76 - Küçük Halter Bulutsusu ve M57 - Halka Bulutsusu ve yanı sıraNGC 6543 yani diğer adıyla Kedi Gözü Bulutsusu'nu da kolaylıkla seçebileceklerdir. Posterde yer alıp da daha az bilinen gezegenimsi bulutsular ise Medusa ve Böcek bulutsularıdır. Tüm bulutsu görüntüleri detaylı dar bant veriler kullanılarak hazırlanmış olup, aynı açısal ölçekte (20 yaydakikası veya 1/3 derece) sergilenmektedirler. Kullanılan bu ölçekte, ortadaki gri çember dolunayın görünür büyüklüğünü temsil etmektedir. Çalışmada yer alan gezegenimsi bulutsular önümüzdeki 5 milyar yıl içerisinde çekirdeğindeki nükleer yakıtı tüketecek olan Güneşimizin kaderi hakkında daipuçları sunmaktadır.


9 Mayıs 2011 Pazartesi

Enceladus Ne Saklıyor?

Cassini'nin yakın geçişi Enceladus'un uzaya gaz sızdırdığını gösteriyor. Ayrıntı için görüntüye tıklayınız.
Birkaç yıldır araştırmacılar Satürn’ün halkaları içinde yüzen küçük uydu Enceladus’un buzlu yüzeyinin altında okyanus olup olmadığını tartışıyor. Elde edilen yeni kanıtlar buzlu yüzeyin altında gazoz gibi gazlı okyanus olduğu ve bunun da mikrobik yaşam için uygun olabileceğini söylüyor.
Tüm hikaye Satürn Sistemi’ni keşfetmekle görevli olan Cassini ile birlikte 2005 yılında başladı.
NASA’nın Jet İticileri Laboratuarı’ndan (JPL) Dennis Matson: “ Jeofizikçiler buranın soğuk, ölü ve ilgi çekici olmayan sıradan bir yer olduğunu söylüyordu. Ancak sonuçlar hepimizi şaşırttı” diyor.
Cassini uydu üzerinde kaplan çizgileri şeklindeki çatlaklardan püsküren buz tanecikleri olduğunu buldu. Hareketli Enceladus’a karşılık aynı boyutlardaki Mimas’ta ise tam bir sessizlik hakimdi.
Enceladus'taki kaplan çizgilerini andıran çatlaklar. Ayrıntısı için görüntüye tıklayınız.
Birçok araştırmacı buz fışkırmalarını yüzeyin altındaki suyun kanıtı olduğunu ileri sürdü. Sulu kısımların sıcaklıkları 0 C ölçüldü ve bu da suya ilişkin bir başka kanıttı. Ama bir başka sorun vardı: tuz nerede oluştu?
Cassini, uyduya yaptığı ilk yakın uçuş ile karbon, hidrojen, oksijen, azot ve çeşitli hidrokarbon gazları olduğunu algıladı. Ancak bir okyanusta bulunması gereken tuzun varlığına rastlamadı.
2009 yılında Cassini eksik olan tuzu hiç beklenmeyen bir yerde gördü.
“Tuz aradığımız püsküren gazın içinde değildi. Sodyum ve potasyum tuzları ile karbonatlar buz tanecikleri içindeydi. Bu maddelerin varlığı bir okyanus olduğunu işaret ediyor. Okyanus içinde bu maddeler çözünmüş durumdadır” diyor Matson.
Son Cassini gözlemleri beraberinde başka bir ilginç keşfi getirdi:
Cassini’in sıcaklık ölçümleri -85 C dereceyi gösterdi. “Bu keşif bizim saatleri yeniden ayarlamamız demek. Bu sıcaklık ancak volkanik etkilerle açıklanabilir. Yüzey altındaki su yüzeydeki buzun bir kısmını eritmektedir.
Bu bulgu bilim insanlarına buzlu kabuğun ne kadar kalın olabileceği sorusuna yanıt aramalarına neden oldu.
Matson konuyla ilgili güzel bir benzetme yapıyor: “Bir soda şişesinin kapağını ne kadar ileri fırlattığını ve içindekilerin nasıl fışkırdığını gördünüz mü?”
Matson ve arkadaşları yüzey altındaki sudaki çözünmüş gazların baloncuklar oluşturduğunu düşünüyor. Ortaya çıkan köpüklü suyun yoğunluğu buzdan daha az olduğundan yukarı çıkmak isteyecektir.
Matson buna bir açıklama getiriyor: “Suyun çoğu yüzeyi ısıtarak 300 metre kalınlıktaki buzlu yüzeyin ince bir noktasından dışarı püskürür. Ancak bazı durumlarda su yüzeyde delik açarak çıkar. Yüzeyi delinen kısımdaki su tekrar donar ve süreç yeniden başlar.”
Geriye başka bir açıklanmayan soru kalıyor: “Tüm bunları oluşturan ısı nereden geliyor?” Colorado Üniversitesi’nden Larry Esposito: “Biz bunun gelgite bağlı olarak oluştuğunu düşünüyoruz” diyor.
Enceladus'a 1700 km kala. Ayrıntı için görüntüye tıklayın.
Satürn’ün güçlü gelgitleri Enceladus üzerinde yoğun baskı oluşturarak onun şeklinin değişmesine yol açabilir. Bu da uydunun ısı üretmesine neden olur. Bu modele göre iç sürtünme nedeniyle ısınan buz eriyerek volkanik etkiyi hazırlar.
“Her ne şekilde oluyorsa olsun bir gerçek var ki Enceladus ısı üretiyor. Bu da yaşam için gerekli bir şey. Biz sıvı bir okyanusun organik ve enerji kaynağı olduğunu biliyoruz. Bunu Dünya’daki benzer durumlardan ve buralarda yaşayan organizmalardan biliyoruz” diyor Esposito.
Kimse buzun altında ne olduğunu bilmiyor. Ama bu küçük Satürn uydusunun söyleyecek çok şeyi varmış gibi görünüyor: püsküren buz tanecikleri ve yer altı okyanusu, yaşamı olası kılıyor.

Hubble Çok Uzaklara Gitti

Hubble Uzay Teleskopu 13,7 milyar yıl yaşındaki evrende 13,2 milyar yıl önce oluşmuş bir nesneyi ortaya çıkardı. Hubble bu keşfiyle en eski nesneye ait rekorunu da 150 milyon yıl daha ileri götürmüş oldu.
Büyük patlamadan 480 milyon yıl sonra oluşmuş olan ve UDFj-39546284 olarak kodlanan nesne mavi yıldızların oluşturduğu bir gökadadır. Oldukça küçük olan gökada, kendisi gibi yüz mini gökadanın birleşmesiyle Samanyolu gibi büyük gökadaların oluşmasını sağlamıştır.
California Üniversitesi’nden Garth Illingworth: “Geçmişe baktığımızda yıldız doğum oranlarının günümüzden farklı olduğunu görüyoruz” diyor. Yıldız doğum oranları büyük patlamadan sonraki 480 ile 650 milyon yıl arasında 10 kat artmıştır.
Hollanda Leiden Üniversitesi’nden Rychard Bouwens: “Bu bilgileri eski zamanlarda doğmuş nesnelere bakarak anlayabiliyoruz” diyerek ekliyor.
Gökbilimciler ilk yıldızların ne zaman oluştuğunu bilmiyor, ancak büyük patlamanın ardından oluşmaya başlayan erken evrene ait nesneleri gözlemeye ve keşfetmeye çalışıyor. Illingworth: “Biz büyük değişimin ilk gökadaların oluşmaya başlamasıyla olduğuna inanıyoruz” diyor.
Büyük patlama sonrasında oluşan ve şimdiye kadar gözlenen en yaşlı gökadalar çizelgesi. (NASA,ESA, Hubblesite)
Aslında Illingworth’un beklediği daha uzaktaki ön-gökadalar Hubble’ın yerini alacak olan James Webb Uzay Teleskopu’nun kızılötesi yeteneğiyle ortaya çıkabilecek. On yıl önce yapımına başlanan James Webb Teleskopu çok uzaktaki nesneleri tayfölçeriyle gözleyecek.
Hubble bu tür uzak nesneleri üzerine 2009’da yerleştirilen Geniş Alan Kamerası 3 (WFC3) ile gerçekleştiriyor. Kamera yerleştirildikten birkaç ay sonra bu tür nesneleri görmeye başladı.
UDFj-39546284 nesnesinin 2009-2010 yılları arasında geniş alan taraması (soldaki) ve WFC3 ile alınan yeni görüntüsü (sağdakiler). (NASA, ESA, Hubble ekibi)
Nesne Hubble görüntülerinde dönük bir yıldız gibi görünüyor. Yerel evrendeki gökadaların genel dağılıma göre sarmal bir yapıda, küçük ve oldukça gençtir. Gökadanın yıldızları Hubble tarafından kesin bir yargıya ulaşılamamakla birlikte gökadadan 100-200 milyon yıl önce oluşmuş ve karanlık madde tarafından sarılmıştır.
Hubble tarafından ortaya çıkarılan ön-gökadalar kızılötesi dalga boylarında görülebilir. Evrenin genişlemesine bağlı olarak daha kırmızı ağırlıkla gelen ışık Hubble’ın yeteneklerini zorlayabilir. Webb ise Hubble’dan daha duyarlı ve daha uzak gökadalardan gelen ışığı ayırt edecek güçte olacaktır.
Geçmişten geleceğe gözlem seyri. (NASA, ESA, and A. Feild (STScI))
Gökbilimciler ışığın yolculuğundan evrenin genişleme tarihini de bulmaya çalışır. Buna kırmızıya kayma denir “z” ile ifade edilir. Genel olarak değeri büyük olan bir z değeri nesnenin Samanyolu’ndan ne kadar uzakta olduğunu ortaya çıkarır. Hubble’dan önce gökbilimciler z değeri 1’e yakın olan gökadaları gözleyebiliyorlardı.
Hubble 1995’de z=4 değerinde, 2004’te takılan gelişmiş kamerasıyla z=6 değerine ve kızılötesi kamerasıyla z=7 değerine, son olarak da WFC3 ile de z=8 ile 10’a yakın değerlere ulaştı. James Webb Teleskopu ile Büyük Patlamadan 275 milyon yıl sonrasına yani z=15 değerine ulaşılacağı bildiriliyor. Evrende bilinen ilk yıldızların z=15 ile 30 arasında oluştuğu düşünülüyor.
Gelişen bir embriyo gibi gökbilimciler geçmişten günümüze gelişerek gelen gökadaların ilk durumlarını ortaya çıkarmaya çalışıyor.


Güneş patlamalarının etkilerine hazırlanın

Bilimadamları, Güneş'te meydana gelen üç ayrı patlamanın etkilerinin bu gece ve Cuma günü Dünya'ya ulaşmasını bekliyor.

"Koronal kütle atımı" denilen patlamalar, Dünya'nın manyetik kalkanına şiddetle çarpacak. Patlamanın yaratacağı elektromanyetik etkiyle enerji ve iletişim sistemlerinin büyük zarar görebileceği söyleniyor.
Kuzey ışıklarının kutupların normalde olduğundan daha güneyinde, İngiltere'nin de kuzey kesimlerinde gözlenebileceği belirtiliyor. Ancak havanın bulutlu olmasının görüş mesafesinin etkilenebileceğine dikkat çekiliyor.
Çin devlet medyası da kısa dalga radyo iletişiminde sorunlar yaşanmakta olduğunu bildirdi.
GÜNEŞ UYANIYOR
1972 yılında Güneş'teki patlamalarla oluşan bir jeomanyetik fırtına, ABD'nin Illinois eyaletinde telefon iletişiminin kesilmesine yol açmıştı.
1989 yılında da başka bir fırtına, Kanada'nın Quebec eyaletinde 6 milyon kişinin elektriksiz kalarak karanlığa gömülmesiyle sonuçlanmıştı.
Araştırmacılar, Güneş'in uzun yıllar sessiz kaldıktan sonra yeniden uyanmaya başladığı görüşünde birleşiyor.
Güneşin 11 yıllık bir aktivite döngüsü var. Bu, çok sıcak, manyetik bir plazma olmasından kaynaklanıyor. Bu manyetik alandaki hareketlilik artınca, enerji yoğunluğu da artıyor.
Güneş'te "dijital patlama" da denen dev ölçekli bir patlamanın ise 2013'te yaşanabileceği düşünülüyor.
Sonuncu büyük patlama 150 yıl önce 1859'da olmuş, telgraf haberleşmesi büyük ölçüde çökmüştü.
-ntvmsnbc-

Uzaya seyahatin anahtarı ayıda!

Bilimciler ayıların kış uykusu sırasında yaşadığı metabolizma yavaşlamasını insanda tekrar edebilirse uzun uzay yolculuğu için önemli bir adım atılmış olacak.

Alaska'da yaşayan kara ayıların kış uykularını izleyen bilimadamları, insanları benzer bir kış uykusuna yatırmanın, ölümcül hastalıkların tedavisi ve uzun uzay yolculuklarına giden yolda anahtar öneme sahip olabileceği görüşünde.
Kara ayılar, yedi ay süren kış uykuları boyunca, yemiyor, içmiyor ve dışkılamıyor. Ama yine de kış uykusundan uyandıklarındaki fizyolojik durumları, uykuya daldıkları zamankiyle neredeyse aynı.
Bilimadamları ayıların kış uykusundayken nabızlarının dakikada 14 vuruşa kadar düştüğünü, metabolizmalarının da dörtte üç oranında yavaşladığını söylüyor.
Uzmanlar, aynı şekilde bir kış uykusunu insanlara uygulayabilmenin ölümcül hastaların tedavisi ve uzayın derinliklerine yapılacak uzun yolculukların kapısını aralayabileceği görüşünde.
Fare ve kirpiler gibi daha küçük hayvanların kış uykuları, bilimin aydınlattığı bir alan.
Ancak daha büyük, insan boyutlarına daha yakın havanların kış uykuları daha önce hiç bu kadar yakından incelenmemişti.
Alaska Üniversitesi'nden bilimadamları, yakalanan kara ayıları, yuvalarına benzer kulübelerde kış uykusuna yatırdı.
VÜCUT ISISINDA DEĞİŞİM
Hayvanların, uyku sırasındaki kalp atışları, vücut ısıları ve kas faaliyetleri incelendi.
Araştırma sonucu, ayıların vücut ısısının 2 ila 7 gün arasında değişen dönemler içinde, 30 ila 36 derece arasında değiştiği saptandı.
Daha önce, böyle bir vücut ısısı değişimine, kış uykusuna yatan hayvanlarda rastlanmamıştı.
Ayıların metabolizmasının, kış uykusundan uyandıktan üç hafta sonrasına kadar bile, uykudaymış gibi yavaş çalıştığı saptandı.
Araştırma ekibinden Craig Heller, "Bu durum, metabolizmayı baskı altında tutan bio-kimyasal bir mekanizma olduğunu gösteriyor ve bu çok ilginç bir buluş olabilir." dedi.
Heller ayrıca, buluşun uzayın derinlikliklerindeki araştırmalar için yararlı olabileceği görüşünde.
Craig Heller, 'Uzun uzay yolculuklarında astronotları bir tür kış uykusuna yatırma fikri hep vardı. Şimdiye kadar bu bir tür fantezi olarak kabul ediliyordu. Ama şimdi mantığını anlayabiliyoruz ' diye konuştu. -ntvmsnbc-